hikaye144

HAMZA'NIN SAVAŞA ZIRHSIZ GİRMESİ



Peygamberin amcası Hamza, gençlik çağında savaşa daima zırh giyerek girerdi. Son zamanlarındaysa savaş saflarına zırhsız olarak katılır, sarhoşça savaşa atılırdı. Göğsü açık, vücudu çıplak olarak kendini kılıçlara atardı. Halk “ Ey peygamberin amcası, ey saflar yaran aslan, ey erlerin padişahı.

Tanrı buyruğunda “ Nefislerinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayın “ emrini okumadın mı ki? Peki, neden kendini böyle bir savaş esnasında tehlikeye atıyorsun? Gençken iri yapılı ve kuvvetliyken saflara zırhsız katılmazdın. Şimdi ihtiyarladın, zayıfladın, belin büküldü öyle olduğu halde hiçbir şeye aldırış etmez oldun.

Her şeye boş veriyor; bir kılıç ve bir mızrakla savaşa atılıyor, adeta kendini sınıyorsun. Kılıç ihtiyara hürmet etmez. Hiç kılıçla okun aklı temyizi olur mu?” dediler. O bihaberler, Hamza’nın kaydına düşüyorlar, gayretlerinden ona bu çeşit öğütler veriyorlardı.

Hamza dedi ki. “ gençken ölümü, bu dünyaya veda etme tarzında görürdüm. Kim ölüme isteyerek gider? Kim, ejderhanın karşısında soyunur? Fakat şimdi Muhammed’in nuruyla bu fani şehre zebun değilim ki. Duygudan hariç olan ve halk nuru askeriyle dolu bulunan padişah ordugahını görmekteyim.

Çadırlar, çadırlara geçmiş çadır direklerinin ipleri, ipleri sarılmış, şükürler olsun ki Tanrı beni uykudan uyandırdı. Ölüm kimin nazarında tehlikeyse “ Tehlikeye atılmayın” emri de onadır. Fakat birisinin nazarında ölüm hakikat kapısının açılışından ibaret olursa ona Haydin çabuk olun “ hitabı” gelir.

Ey ölümü görenler, uzaklaşın ey haşri, dirilmeyi görenler, çabuk olun! Ey lütuf görenler, ferahlanın sevinin, ey kahir görenler, bu bir beladır, gamlanın! Ölümü bir Yusuf gören, canını feda eder, kurt olarak görense yolunu sapıtır! Oğul, herkesin ölümü, kendi rengindedir. Düşmana düşmandır, dosta dost!

Ayna Türk’e nazaran güzel bir renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir. Ey can, aklını başına devşir. Ölümden korkup kaçarsın ya doğrucası sen kendinden korkmaktasın. Gördüğün ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün, canın bir ağaca benzer ölüm yaprağıdır.

İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir, kötüyse de hoş, nahoş gönlüne gelen bir şey, senden senin varlığından gelir. Bir dikenle yaralanmışsan o dikeni sen dikmişsindir. Atlas olsun, ipek olsun, ne giymişsen kendin eğirmişsindir. Bil ki iş, ona verilen karşılıkla aynı renkte olmaz. Hiçbir hizmet, o hizmete mukabil verilen şeyle bir renkte değildir.

Ücret alanların ücreti, yaptıkları işe benzemez. Çünkü o iş, arazdır, buysa cevher ve ebedi. İş, güçlükten, zordan, alın terinden ibarettir. Buysa gümüştür, altındır, tabaklarla verilen ihsandır. Sana bir yerden bir töhmet gelse, mutlaka zulmettiğin birisi mihnete düşmüş, beddua etmiştir.

Ama sen dersen ki ben bir şey yapmadım, kimse hakkında bir töhmette bulunmadım. Fakat başka çeşit bir günah etmişsindir. Tohum ektin nasıl olurda meyve vermez? Zina edene yüz sopa vururlarda zinakar, ben kimseyi dövmedim ki der. Fakat bu bela bu dövüş, o zinanın cezası değil mi? Ama sopa, gizli bir yerde edilen zinaya nasıl benzer?

Ey Kelim yılan hiç sopaya benzer mi? Ey hakim dert, devaya benzer mi? Sen de o sopa yerine menini nasıl döktün de o meni güzelim bir şahıs oldu? O menin bir dost oldu, yahut bir yılan kesildi. Asa’nın yılan olduğun şaşırıyorsun değil mi? Fakat buna daha ziyade şaşmak icap etmez mi?

Hiç meni, o çocuğa benzer mi? Hiç şeker kamışı, şekere benzer mi? Adam, bir rüku, yahut sücud etti mi onun rüku ve sücudu, o alemde bağ, bahçe olur. Ağzından Tanrıya bir övüş uçtu mu tan yerinin ağartan Tanrı, o övüşü bir cennet kuşa yapar. Kuşun menisi de yeldir, havadır ama senin Tanrıyı övüşün, Tanrıyı tesbih edişin, hiç de kuşa benzemez.

Yoksullara ihsanda bulundum, zekat verdin, elinle bir hayırda bulundum mu o alemde bu hayır, ağaçlık, çayırlık, çimenlik olur. Sabır suyun, cennetteki nehirler, cennetin süt ırmağı sevgin aşkındır. İbadetten zevk alman, bal nehri, Tanrı aşkıyla sarhoş olman, şevk duyman şarap ırmağıdır.

Bu sebepler, o eserlere benzemez. Fakat tanrı nasıl oldu da bu sebeplerin yerine o eserleri getirdi? Kimse bilmez. Bu sebepler,dünyada nasıl senin ihtiyarınla senin fermanınla meydana geldiyse o dört ırmak da ahrette şüphe yok, senin fermanına tabi olur. Onları ne tarafa dilersen akıtırsın. Sebepleri nasıl tasarruf ettiysen onları da öyle tasarruf edersin. Menin nasıl sana tabiîyse meniden gelen soy sop da derhal senin emrine girer, sana tabi olur.

Bir mazluma karşı elinden bir zulüm çıktı mı o zulüm bir ağaç olur, o ağaçtan zakkum biter. Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı cehennem ateşinin aslı oldun gitti. Ateşin burada nasıl adamları yakarsa ondan meydana gelen eser de orada seni yakar. Kızgınlığın ateşin adamlara saldırmakta ya ondan meydana gelen ateş de adamlara saldırır. O yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni kuyruğundan yakalar.

Velilere uymadın, onları bekletip durdun, orada da kıyamet gününün beklenmesi sana yar olur, bekler durursun. Hele yarın hele öbür gün diye vaad eder. Tanrıya dönmeyi sallar durursun ya. işte bu bekleyiş, mahşerdeki beklemendir, vay sana! O uzun günde hesap için, canlar yakan güneşin altında bekler kalırsın. Çünkü sen dünyada göğü de, göktekileri de elbette yola girerim, tohumunu eke, eke beklemiştin!

Kızgınlığın, cehennem ateşinin tohumudur, kendine gel de şu cehennemi söndür” der. Tanrıya şükürler olsun! Nura sahip olmadığın halde yavaşlık, mülayimlik gösterirsen bu kötü bir şeydir. Çünkü ateşin sönmemiştir, küllenmiştir. Bu hal bir tekellüftür, bir örtüdür. Aklını başını al, ateşi din nurundan başka bir şey söndürmez!

Din nurunu görmedikçe emin olma , çünkü gizli ateş, bir gün olur ortaya çıkar. Nuru bir su bil suya yapış suyu elde ettin mi ateşten korkma! Ateşi su söndürür. Çünkü ateş, huyu muktezası suyun soyunu, sopunu, oğullarını ( yani ağaçları, otları) yakar, yandırır! Birkaç günceğiz o su kuşlarının yanına git de seni Abıhayata ulaştırsınlar.

Kara kuşuyla su kuşu, suret bakımından birdir ama suyla yağ gibi hakikatte birbirine zıttır. Bunlar birbirlerine benzerler ama her biri kendi aslına kuldur, köledir. Dikkat ve ihtiyaçla hareket et. Nitekim vesveseyle elest deminin vahyi, her ikisi duyguyla değil, akılla anlaşılır, fakat aralarında fark var.

Her ikisi de gönül pazarının tellalıdır, her ikisi de matahlarını över durur. Gönül sarrafıysan fikrini anla, gönlüne geleni bil de esir tellalı gibi bu iki fikri birbirinden ayır et. Eğer şüpheye düşüyor ve bu iki fikri ayırt edemiyorsan “ Aldatmaca yok” de, acele etme, koşma.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

hikaye113

hikaye61

Hz.Mevlana'dan Bir Dua