hikaye164

SULTAN MAHMUT



Sultan Mahmut, bir gece yalnız başına şehri dolaşırken bir bölük hırsıza rastladı. Hırsızlar ey vefalı adam dediler, sen kimsin? Sultan Mahmut, ben de sizlerden biriyim diye cevap verdi. Hırsızların biri, ey daima hileye düzene baş vuranlar, hadi bakalım,her birimiz hünerini söylesin.
Yaratılışta ne hüner ne marifet var? Şu gece vakti arkadaşlarına anlatsın dedi. Birisi dedi ki: Ey hünerini göstermeye kalkışan kavim, benim kulaklarımda bir hassa vardır. Köpek havladı mı, ne diyor, anlarım. Öbürleri, bu iki metelik eder ancak dediler. Bir başkası ey altına tapanlar, benim bütün hassam gözümdedir. Geceleyin karanlıkta kimi görsem, hiç şüphe yok, onu gündüz tanırım dedi. Başka biri, benim hünerim kolumdadır. Kolumun kuvvetiyle duvarları delerim dedi. Başka biri dedi ki: Benim marifetim burnumda. İşim, toprakları koklamaktır.

“İnsanlar madenlere benzerler” sırrına ermişim. Peygamber, onu ne için söylemişti. Ben, toprağın bedeninde ne kadar para var, ne madeni gizli anlarım. Bir yerde altın gizli, öbür tarafın masrafı, gelirinden fazla mesela, derhal bilirim. Mecnun gibi toprağı koklarım, yanılmaksızın Leyla’nın bulunduğu toprağı bulurum. Her gömleği koklar, içinde Yusuf mu var, şeytan mı anlarım.

Ahmet gibi hani. O da Yemen’den koku alırdı ya. Benim de şu burnum, o nasibe erişmiştir işte. Hangi toprak altına komşu, hangisi sıfırdan ibaret. Beş para etmez? Bu, bana malum olur.

Bir başkası da benim hünerin dedi elimdedir. Dağ tepesine kadar kement atarım. Ahmet gibi... Onun canı da bir kement attı, kenemdi ta göğe ulaştı.

Tanrı dedi ki: Ey gökyüzündeki Beyt-i Mamur’a kement atan, atışı benden bil. “Attığın vakit sen atmadın ben attım”

Nihayet dediler ki: Ey yüce ve vefalı dost, sen de söyle. Senin ne hünerin ne marifetin var?

Sultan Mahmut dedi ki: Benim hünerim sakalımdadır. Onunla suçluları cezadan eziyetten kurtarırım. Suçluları cellatlara verdiler mi, sakalım oynayınca onlar kurtuluverirler. Acıyıp sakalımı oynattım mı öldürülmeden de kurtulurlar, dertten de, elemden de. Hırsızlar, bu sözü duyunca kutbumuz sensin dediler; minnet gününde kurtuluşumuz senden olacak. Sonra hep beraber yola düzüldüler, o kutlu padişahın köşküne doğru hareket ettiler.

Bu sırada sağ taraftan bir köpek havladı. Köpek sesinden anlayan, köpek diyor ki dedi, padişah sizinle beraber. Kokudan anlayan bir yandaki toprağı kokladı, bu dedi, bir dul kadının odasının toprağı. Kement atan, kemendini attı, yüksek bir duvara ulaştılar. Koku alan bir başka yeri kokladı, dedi ki: O eşsiz padişahın hazinesi burada. Delik delen, duvarı deldi, hazineye girdiler. Her biri bir şeyler aldı. Bir hayli altın sırmalarla bezenmiş kumaş, ağır mücevherler alıp hemen gizlediler.

Padişah konakladıkları yeri, şekillerini, adlarını, yollarını iyice öğrendi. Onlardan gizlenip geri döndü. Sabahleyin divanda bu macerayı anlattı. Hemen yiğit çavuşlar yolladılar. Hırsızları tutup bağladılar. Hepsini eli bağlı olarak divana getirdiler. Can korkusu ile tir tir titriyorlardı. Padişahın huzurunda durdular. O ay gibi parlayan padişah, geceleyin kendileri ile arkadaşlık eden adamdı. Geceleyin kimi görse gündüz şüphesiz bir surette tanıyan, padişahı tahtında görünce bu adam dedi, geceleyin bizimle arkadaşlık eden adamdır. Sakalında o kadar hüner, marifet vardı ya hani; bu tutulmamızda yine ondan oldu.

Gözü, padişahı tanımış olduğundan bu tanışıklıkla ağzını açtı, tesirli bir suretle söz e başladı. Dedi ki: “Nerede olursanız olun, o sizinledir” dedikleri bu padişah işte. Bizim yaptığımızı görüyor sırrımızı duyuyordu. Gözüm, geceleyin padişahı tanıdı; Bütün gece onun ay gibi yüzü ile aşk oyununa girişti. Ben, ondan ümmetimi dileyecek, şefaatte bulunacağım. O, hiçbir ariften yüz çevirmez. Bil ki arifin gözü, iki alemde de insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur. “Gözü Tanrıdan başka bir şeye kaymadı” da onun için Muhammed, her derdin şefaatçisi oldu.

Dünya gecesiyle güneş, perde ardındayken o Tanrıyı görüyordu, ümidi ondandı. İki gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı, ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye tahammül edemediğini o, gördü.

Tanrı bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş eşsiz, iri bir inci haline getirir. Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir istenen, arzulanan, Tanrıyı ister, arzular.

Kulların duraklarını gördü; hasılı o yüzden Tanrı, onun adını “Gören tanık taktı. Şahidin aleti keskin gözle keskin kulaktır. Geceleri bile uyanıktır; sırlar ondan gizlenemez. Binlerce davacı, davaya kalkışsa kadı, kulağını şahide verir.

Hüküm verirken kadıların hüneri budur. Onların aydın gözleri, tanıktır. Onun için şahidin sözü, göz yerine geçer. Çünkü o, garezsiz olarak sırrı görmüştür. Davacı da görmüştür ama garezle görmüştür. Garez, gönül gözünün perdesidir. Tanrı diler ki sen zahit olasın; garezi bırakasın da tanık kesilesin.

Bu garezler göze perdedir. Göz perde indi mi insan, yukarı aşağı, bunca şeyi, göremez, “Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder.” Fakat bir adamın gönlüne güneşin nuru vurdu mu onca yıldızın bir kadri, kıymeti kalmaz artık. Sırları perdesiz olarak görür. Müminle kafirlerin ruhlarının ne makamlarda bulunduğunu seyreder.

Tanrının, yeryüzünde de, yüce gökte de insan ruhundan daha gizli bir şeyi yoktur. Hak, kuru, yaş; her şeyi bildirdi de ruhu “O benim işimdendir” diye mühürledi, gizledi. Yüce kişinin gözü, ruhu gördü mü artık ona hiçbir gizli şey kalmaz. O, her kavgada, şahadeti makbul bir şahit olur. Sözü, her baş ağrısını keser, sersemliğini giderir.

Tanrının adı “adalet sahibi” dir, şahit de onun adamıdır. Onun için sevgilinin gözü adalet sahibi bir şahittir. İki alemde de Tanrının baktığı yer, gönüldür. Padişah daima gönle bakar.

Tanrının aşkı, onu şahidi “güzeli” sevmesi, bütün bu perdeleri düzüp koşmasına sebep oldu. Onun için bizim şahit (güzel) seven Tanrımız, Miraç gecesi, Peygamberle buluşunca “Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” dedi.

Bu kadı, iyiye de hüküm etmede, kötüye de. Fakat şahit, kadıya bile hüküm etmiyor mu? Hüküm sahibi, şahide esir oldu. Sevin ey Tanrı rızasını kazanan kişinin keskin gözü.

Tanrıyı bilen, bilinen Tanrıdan pek ziyade niyazda bulundu; ey sıcakta soğukta bizi gözleyen Tanrı dedi...sen hayırda da danıştığımız zatsın, şerde de. Fakat gönlümüz, senin remizlerinden, buyruklarından bihaberdir. Biz seni görmeyiz, fakat sen gece gündüz bizi görürsün. Sebebi görmemiz bizim gözümüzü bağlar. Benim gözüm, gözler arasından seçildi de geceleyin güneşi gördü.

Ey yüce, ey ulu Tanrı, o, senin lütfundu. Lütfun yüceliği, tamamlanmasındandır. Yarabbi, nurumuzu kıyamette de fazlalaştır, tamamla. Bizi kahredici kötülüklerden kurtar. Gece dostuna gündüz ayrılığı verme. Yakınlığı görmüş canı uzaklaştırma. Senden uzaklaşmak, dertli, veballi bir ölümdür. Hele bu ayrılık, bu uzaklaşma, buluştuktan sonra olursa. Seni göreni gözsüz bırakma, ondan gizlenme. Bitmiş, boy atmış yeşilliğine su serp.

Ben yürüyüşte küstahlık etmedim, sen de ceza ve cefada aldırmazlıktan gelme. Yüzünü göreni, lütfet, cemalinden uzaklaştırma. Senden başkasının yüzünü görmek, boğaza takılan bir zincirdir. “Tanrıdan başka bir şey batıldır, asılsızdır.” Batıldırlar ama bana hak görünmedeler. Çünkü batıl batılları çeker. Yeryüzünde, gökyüzünde ne varsa hepsi de zerre zerre kehlibar gibi kendi cinsini çekmededir. Mide, ta dibine kadar ekmeği çekmededir, ciğerdeki hararet suyu. Güzellerin çekici gözleri de buralarda döner, dolaşır, gül bahçelerindeki kokuları arar durur. Çünkü gözün duygusu, rengi çeker; beyin ve burun, güzel kokuları.

Bu çekilişleri de sırları bilen Tanrıdan bil. Sen, kendi çekişinle bizi buralardan kurtar Yarabbi. Ey müşterimiz olan Tanrı, sen bu çekicilerden üstünsün. Acizleri satın alırsan değer, yaraşır. Kadir gecesi, o dolunayı tanıyan, susuz kişinin buluta yüz çevirmesi gibi yüzünü padişaha döndürdü. Dili de onundu zaten, canı da. Onun olan, ona küstahça söz söylese ne çıkar?

Dedi ki: Biz can gibi balçığa kakılıp kaldık. Kıyamet gününde can güneşi sensin. Ey gizlice yürüyen padişah, vakti geldi... Kerem et, hayırlısı ile bir sakalını oynat.

Her birimiz hünerimizi gösterdik, fakat o hünerler, ancak bahtsızlığımızı arttırdı. O marifetler, boynumuzu bağladı, o mevkiler yüzünden baş aşağı düştük, alçaldık. O hünerler, boynumuza bağlanmış bir hurma lifi oldu. Ölüm günü, onların hiç birinden fayda yok. Ancak geceleyin gözü padişahı tanıyanın o güzel duygusu işe yarar.

O marifetlerin hepsi yolda görünen adamın yolunu şaşırtan gulyabanidir. Yalnız geceleyin padişahın yüzünü gören göz başka. Padişah, hüküm gününde yalnız geceleyin yüzünü gören, kendisini tanıyan adamdan haya eder. Muhabbet padişahını tanıyan köpeğe de Ashabı Kehf’in köpeği adını takmalıdır. Köpeğin sesini anlayıp aslandan haber alan bir kulağa sahip bulunan kişinin hüneri de, iyi bir hüner.

Köpek, geceleri bekçiler gibi uyanık olduğundan padişahın geceleri uyanık olan kullarından da bihaber değildir. adı kötüye çıkanlardan utanmaya lüzum yok. Onların sırlarını anlamak gerek. Adı tamamı ile kötüye çıkana gelince artık onun hamlıkta bulunup iyi bir ad san aramaya kalkışmasına hiç lüzum yok. Nice altın vardır ki yağma edilmekten, zarara uğramaktan kurtarmak için üstünü karartırlar.

Susığırı, denizden bir mücevher çıkarır, onu kıyıya koyar, ışığı ile etrafını görür, otlamaya koyulur. Mücevherin nuru ile aydınlanan sahadaki sümbül ve süsenleri hemencecik yer. Böyle güzel kokulu çiçeklerle geçindiğinden, gıdası nergis ve nilüfer olduğundan da onun pisliği amberdir.

Birini gıdası, ululuk nuru olursa artık nasıl olur da o adamın dudağından sihri helal doğmaz? Gıdası, arı gibi vahiy olan kişinin evi, nasıl olur da balla dolu bulunmaz?

Susığırı, yine o mücevherin ışığı ile otlar dururken ansızın mücevherden pek uzağa düştü. Bir tacir, bunu görüp otlağın, çayırın kararması için mücevheri balçıkla örttü. Kendisi ağacın arasına gizlendi. Sığır kuvvetli boynuzları ile onu süsmek için bir hayli aradı. Düşmanı boynuzlamak için o çayırın etrafını belki yirmi kere döndü, dolaştı. Düşmanını bulmadan ümit kesince mücevheri koyduğu yere geldi. fakat o iri, o padişahlara layık mücevherin üstündeki balçığı görünce şeytan gibi o da balçıktan korktu.

Şeytan bile toprağı anlamadıktan, toprağa karşı kör ve sağır kesildikten sonra artık toprakta mücevher olduğunu öküz, nereden bilecek? "İnin" emri ile canı bu aşağılık yeryüzüne indirdi. Bu hayız hali, onu namazdan mahrum etti. Yoldaşlar, bu dertten kaçın, bu dedikodudan çekinin. Çünkü heva ve heves, erkeklerin hayzıdır.

“İnin” emri, canı bedene soktu da Adem incisi, toprakta gizlendi. Onu tacir bilir, fakat öküz bilmez. Gönül ehli olanlar anlarlar, fakat her toprak kazan anlamaz.

İçinde mücevher bulunan topraktaki o mücevher, öbür toprağın da sırrını söylemektedir. Fakat Tanrı rahmetinin saçısından bir nur elde etmemiş olan toprak, inciyle, mücevherle dolu olan toprakların sohbetini anlamaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

hikaye113

hikaye61

Hz.Mevlana'dan Bir Dua