hikaye162
TİRMİZ PADİŞAHI
Delkak, Tirmiz’de padişah olan Seyyid’in her şeyi bilen akıllı bir maskarasıydı. Padişahın Semerkant’da mühim bir işi vardı. O işi derhal yapıp gelecek bir adam aradı.
“Beş günde oraya gidip gelecek ve bana haber getirecek olana hazineler vereceğim” diye tellal çağırttı. Delkak köydeydi. Bunu duyunca eşeğine bindi. Tirmiz’e doğru koşturmaya başladı. Öyle koşturuyordu ki eşek sakatlandı. Ata bindi at da çatladı. Nihayet yol tozlarına bulanmış bir halde Tirmiz’e gelip divana girdi. Vakitsiz olmakla beraber padişahın huzuruna girmek istedi. Divana bir fısıltıdır düştü. Padişah da vehimlendi adeta.
Şehrin ileri gelenleri de ürktüler, geri kalanları da. Acaba diyorlardı, ne fitne ne kötülük çıktı? Kuvvetli bir düşman mı kast etti bize, yoksa kaza ve kaderden helak edici bir felakete mi uğradık?
Ne oldu da Delkak, köyden kalktı, böyle aceleyle yola düştü, yolda birkaç tane Arap atını çatlattı?
Halk, padişahın sarayının kapısına toplandı. Bakalım Delkak, böyle acele niçin geldi diye bekliyorlardı. Onun acelesinden, o telaşından Tirmiz’de bir gürültüdür koptu. Biri iki eliyle dizlerini dövüyor, öbürü eyvahlar olsun, başımıza gelenler nedir, diye bağırıyordu.
Herkes, korkudan, gürültüden bir felaket düşünmede, bir başka çeşit düşünceye kapılmada, yüzlerce hayallere düşmedeydi. Hırkamıza düşen bu ateş nedir, diye herkes aklınca bir şeyler kuruyordu.
Delkak, huzuruna gitmek istedi. Padişah derhal izin verdi. Yeri öpünce padişah “Ne oldu yahu” dedi. Kim, o ekşi suratlı adama bir şey sorduysa parmağını ağzına götürüp sus demekteydi. Bu hareketinden halkın, vehmi artıyor, herkes derleniyor, şaşırıp kalıyordu. Delkak, padişahın emri üzerine ey kerem sahibi padişahım dedi, bir an dur da nefes alayım. Aklım başıma gelsin. Çünkü acayip bir aleme düştüm. Bir an geçti ama padişah da vehme, zanna kapıldı. Boğazı da acıdı, ağzının tadı da kaçtı. Çünkü Delkak’ı hiç böyle görmemişti. Ondan daha hoş bir nedimi yoktu.
Daima hikayeler söyler, latifeler eder, padişahı sevindirir, güldürürdü. Huzurda oturdu mu öyle bir güldürürdü ki padişah, kahkaha atarken iki eliyle karnını tutmaya mecbur olurdu. kahkahadan terlere batar, yüzüstü yerlere yıkılırdı. Bu günse yüzü sapsarıydı, suratı asıktı. Parmağını ağzına götürüp sus padişahım diyordu. Bu ne haldi?
Padişah, ne felaket var acaba diye vehimlendikçe vehimleniyordu, hayallendikçe hayalleniyordu. Harzemşah, pek zalimdi, pek kan dökücüydü. Padişahın gönlünde o yüzden zaten gam, gussa vardı. O taraflardaki birçok padişahları ya hileyle, ya kuvvetle öldürmüş, yok etmişti o inatçı.
Tirmiz padişahı da bundan vehimleniyordu zaten. Delkak’ın halinden vehim büsbütün arttı. Dedi ki: çabuk söyle, ne var? Kimden bu derece perişan oldun? Delkak cevap verdi: Köyde duydum ki padişah, her ana caddenin başında bir tellal bağırtmış. Üç günde Semerkant’a kadar gidecek adama hazineler bağışlatacağım demiş. Koşa, koşa aceleyle geldim ki ben de o kudret olmadığını söyleyeyim. Benden böyle çeviklik gelmez. Hiç olmazsa bunu benden umma.
Padişah hay canına lanet olsun dedi, şehre yüzlerce korku saldın. A ham herif, bu kadar şey için ota da ateş saldın, otlağa da. Şu davullu, bayraklı hamlar da, biz yokluk yurdundan haberciyiz diye bağırıp dururlar ya! Hepsi dünyaya bir şeyhlik lafıdır atmış, kendisini Beyazıd yerine koymuştur. Kendi kendine yola girmiş, kendi kendine ulaşmış; bir dava yurdunda meclis kurmuştur.
Kendi kendisine gelin güvey olan gibi. Kız tarafını hiç bundan haberi yokken güvey evi birbirine girer. İş yarıdan yarıya düzeldi, biz, bize gereken şartları yerine getirdik. Evleri süpürdük, bezedik. Bu hevesle adeta sarhoş olduk, bu işe hoş bir surette giriştik der. Fakat o taraftan bir haber geldi mi hayır. O damdan bir kuş uçup bu yana ulaştı mı? Hayır.
Bu birbiri üstüne ulanan elçilikler, bu gürültü patırtı üzerine o taraftan size bir cevap geldi mi? Ne gezer? Gelmedi ama sevgilimiz biliyor ya. Mutlaka gönülden gönle yol vardır derler. Peki ama umduğumuz sevgiliden niye mektubumuza cevap gelmedi, niye yol bomboş öyleyse?
Gizli aşikar yüzlerce nişane var, fakat yeter, bu kapının perdesini bundan fazla açma. Sen yine, zevzekliğinden kendi kendisini derde atan o ahmak Delkak’ın hikayesini söyle.
Vezir dedi ki: Ey doğruya bir direk, bir dayak olan padişahım! Şu aşağılık kul bir söz söyleyecek, onu lütfen dinle. Delkak, köyden bir iş için geldi. Bir şey söyleyecekti. Şimdi vazgeçti, pişman oldu. Yağdan, baldan bahsetmede, söyleyeceğini gizlemede, maskaralıkla bu işten kurtulmaya savaşmada. Kını gösteriyor, kılıcı gizliyor. Onu acımadan sıkıştırmak gerek. Fıstığı, yahut cevizi kırmadıkça ne içi meydana çıkar, ne ondan bir çıkarılır. Onun bu saçma sözlerini, bu maskaralığını dinleme de titreyişine, yüzünün rengine bak.
Tanrı, “Niyetleri yüzlerine görünüp durur” dedi. Çünkü yüz içteki sırrı söyler, açığa vurur. Bu görünen şey, duyulan sözün zıddıdır. Çünkü insan şerle yoğrulmuştur.
Delkak, feryat ve figan ederek, coşup köpürerek vezir dedi, bu yoksulun kanına girmeye kalkışma. Gönle nice şüpheler, vehimler gelir ki doğru ve yerinde değildir. “Şüphe yok ki şüphenin bazısı suçtur, günahtır.” Sitem, hele yoksula olursa hiç doğru değildir. padişah kendisini inciten kişiye bile kötülük etmezken nasıl olur da onu güldürene kötülük eder? Fakat vezirin sözü, padişahın gönlüne yer etmişti. “Delkak’ı zindana götürün, maskaralığına, rüyasına pek kapılmayın. Boş karnına davul gibi vurun da davul gibi nesi var, nesi yoksa bize haber versin.
Davul kuru olursa sesi başka türlü çıkar, yaş olursa başka türlü. İçinde bir şey olursa başka türlü bir ses verir, boş olursa başka türlü. Sesi ne halde olduğunu bildirir bize. Siz de onu dövün de zorundan içindekini söylesin, gönüllerimiz kabul edinceye kadar nesi var, nesi yoksa açığa vursun.
Parlak ve açık doğru söz, gönle rahatlık verir. Gönül, yalan sözle yatışmaz. Yalan, çerçöpe benzer, gönül de ağza. Çöp ağızda gizlenmez. Ağızda çöp oldu mu dil dolanır durur, nihayet onu ağızdan atar. Hele göze bir çöp girerse göz yaşarır, kapanıp açılmaya başlar. Biz, bu çöpü, ağzımıza, gözümüze girmeden ayağımızın altında ezelim” dedi.
Delkak padişahım yavaş ol dedi. Yavaşlık ve yarlıgama yüzünü pek yırtma. Beni azaba sokmak için neden bu kadar acele ediyorsun? Senin elindeyim, kuş değilim k, uçayım. Tanrı için verilen cezada acele etmek doğru değildir. fakat kendi kızgınlığından, kendi gelip geçici heva ve hevesinden verilen cezada acele edilir. Adam, kendini bir an önce razı etmeye bakar.
Kaza ve kadere razı olursa kızgınlığı yatışır. Öç almadan geçer, o zevkten mahrum kalır. Bundan korkar işte. Yalancı şehvet, yemeye atılır, onun lezzetini, zevkini kaybedivereceğinden korkar ki bu zaten derttir.
İştah varsa acele etmemek, yenen şeyin iyice sinmesi için ağır ağır yemek daha doğrudur. Sen, benim belamı defetmek, gördüğün gediği tıkamak istiyorsun. O gedikten bir felaket gelmesin diyorsun ama kaza ve kaderin o gedikten başka daha nice gedikleri, nice delikleri var.
Belayı def etmenin çaresi, sitem etmek değildir. buna çare ihsandır, aftır keremdir. Peygamber “sadaka belayı defeder” dedi. Ey yiğit hastalığını sadakayla tedavi et. Sadaka, yoksulu yakmak, hilim gözleyen gözü kör etmek değildir.
Padişah dedi ki: Hayır, yerinde yapılırsa iyidir. Yerinde bir hayırda bulunursan bu, doğru bir harekettir. Ruh, yerine şah sürmek işi harap etmektir. Şah yerine atı sürmek de bilgisizliktir. Şeriatta ihsan da var ceza da. Padişah, baş köşeye geçer; at ahıra bağlanır.
Adalet nedir? Bir şeyi layık olduğu yere koymak. Zulüm nedir? layık olmadığı yere koymak. Tanrının yarattığı bir şey abes değildir. Kızgınlık, hilim, öğüt, hile... hepsi doğrudur. Bunların hiç biri mutlak olarak hayır değildir. aynı zamanda mutlak olarak şer de değildir. her birinin yerinde faydası vardır, yerinde de zararı. Onun için bilgi vaciptir, faydalıdır.
Yoksula yapılan öyle cezalar vardır ki sevap bakımından ekmekten de yeğdir, helvadan da. Çünkü helva, vakitsiz yenirse safra yapar. Halbuki helva verilecek yerde ona bir sille vurulsa kötülükten kurtulur. Yoksula vaktinde bir sille vur da boynu vurulmaktan kurtulsun. vuRmak, hakikatte kötü huyadır. Kilim dövülmez, tozu dövülür. Meclis de var, zindan da. Her ikisi de lazım. Meclis ihlas sahibi olana, zindan ham kişiye.
Yarayı deşmek lazım. Deşeceğin yerde üstüne merhem korsan pisliği kökleştirmiş olursun. Yaranın altındaki eti yer. Yarı faydası olsa elli tane ziyanı olur. Delkak, beni bırak demiyorum dedi, işi ara, sor, tahkik et diyorum. Sabır yolunu kapama, acele etme. Sabret de birkaç gün düşün. Bu düşünce esnasında bir şeye iyice karar verirsin de kulağımı bilerek çekersin.
Neden yürüyüşte “Yüzü üstünde sürünme” sözü söylenir? Daima doğru yürümek gerekken yüzüstü sürünme neden? İyi kişilerle danış, görüş. Peygamber “İşlerini meşveretle yapar onlar” dedi, bunu böyle bil. İşleri meşveretle yapmak, şunun içindir: Meşveretten hata ve eğrilik, az meydana gelir.
Bu akıllar, aydın kandillere benzer. Elbette yirmi kandil bir kandilden daha ziyade aydınlık verir. Belki aralarına gökyüzünün nurundan yanmış bir kandil düşüverir.
Tanrı gayreti, ortaya bir perde salmıştır. Aşağılık ve yücelik alemine mensup olanları birbirine karıştırmış, karmıştır. “Yürüyün alemi gezin” demiştir. Sen de gez, dolaş da bahtını, rızkını sınaya dur. Meclislerde, peygamber de bulunan akıl gibi bir akıl ara. Çünkü peygamberden, miras kalan ancak odur. Bu akıl, gaypları önden de görür, arttan da.
Bu kısa kesilen kitapta anlatılmasına imkan bulunmayan gözü de gözler arasında ara. İşte o azametli peygamber, rahipliği, dağlara çekilip yalnızca ibadet etmeyi bunun için menetmiştir. İnsanlar birbirleri ile buluşsunlar diye bunu kaldırmıştır. Çünkü böyle bir göze sahip adamın bakışı bahttır, ebedilik iksiridir. Temiz kişiler arsından tertemiz biri vardır ki padişah, onun fermanının üstüne “Şah” çekmiştir.
Onun duası, icabet edilir. İnsanların, cinlerin en ulularının içinde bile ona eşit yoktur. Onunla inada girişen, ister tatlı olsun, ister ekşi; Tanrıya karşı hiçbir delili yoktur. Çünkü biz onu yücelttik... Özrü, delili ortadan kaldırdık.
Tanrı kıbleyi ortaya apaçık bir surette çıkardı mı bil ki artık kıble aramak abestir. Kendine gel, araştırmadan yüz çevir, başını döndürüp durma artık. Döneceğin yer ve konaklayacağın mekan, meydanda işte. Bu kıbleden bir an gafil oldun mu her batıl kıblenin maskarası oldun gitti. Sana temyiz verene hamd etmezsen kıbleyi tanıma kabiliyetini kaybedersin.
Bu ambardan bir şey elde etmek, bir ihsana uğramak niyetindeysen seninle hemdert olanlardan bir an bile ayrılma. Çünkü bu yardımcıdan ayrıldığın an kötü bir arkadaşın derdine uğrarsın.
Delkak, Tirmiz’de padişah olan Seyyid’in her şeyi bilen akıllı bir maskarasıydı. Padişahın Semerkant’da mühim bir işi vardı. O işi derhal yapıp gelecek bir adam aradı.
“Beş günde oraya gidip gelecek ve bana haber getirecek olana hazineler vereceğim” diye tellal çağırttı. Delkak köydeydi. Bunu duyunca eşeğine bindi. Tirmiz’e doğru koşturmaya başladı. Öyle koşturuyordu ki eşek sakatlandı. Ata bindi at da çatladı. Nihayet yol tozlarına bulanmış bir halde Tirmiz’e gelip divana girdi. Vakitsiz olmakla beraber padişahın huzuruna girmek istedi. Divana bir fısıltıdır düştü. Padişah da vehimlendi adeta.
Şehrin ileri gelenleri de ürktüler, geri kalanları da. Acaba diyorlardı, ne fitne ne kötülük çıktı? Kuvvetli bir düşman mı kast etti bize, yoksa kaza ve kaderden helak edici bir felakete mi uğradık?
Ne oldu da Delkak, köyden kalktı, böyle aceleyle yola düştü, yolda birkaç tane Arap atını çatlattı?
Halk, padişahın sarayının kapısına toplandı. Bakalım Delkak, böyle acele niçin geldi diye bekliyorlardı. Onun acelesinden, o telaşından Tirmiz’de bir gürültüdür koptu. Biri iki eliyle dizlerini dövüyor, öbürü eyvahlar olsun, başımıza gelenler nedir, diye bağırıyordu.
Herkes, korkudan, gürültüden bir felaket düşünmede, bir başka çeşit düşünceye kapılmada, yüzlerce hayallere düşmedeydi. Hırkamıza düşen bu ateş nedir, diye herkes aklınca bir şeyler kuruyordu.
Delkak, huzuruna gitmek istedi. Padişah derhal izin verdi. Yeri öpünce padişah “Ne oldu yahu” dedi. Kim, o ekşi suratlı adama bir şey sorduysa parmağını ağzına götürüp sus demekteydi. Bu hareketinden halkın, vehmi artıyor, herkes derleniyor, şaşırıp kalıyordu. Delkak, padişahın emri üzerine ey kerem sahibi padişahım dedi, bir an dur da nefes alayım. Aklım başıma gelsin. Çünkü acayip bir aleme düştüm. Bir an geçti ama padişah da vehme, zanna kapıldı. Boğazı da acıdı, ağzının tadı da kaçtı. Çünkü Delkak’ı hiç böyle görmemişti. Ondan daha hoş bir nedimi yoktu.
Daima hikayeler söyler, latifeler eder, padişahı sevindirir, güldürürdü. Huzurda oturdu mu öyle bir güldürürdü ki padişah, kahkaha atarken iki eliyle karnını tutmaya mecbur olurdu. kahkahadan terlere batar, yüzüstü yerlere yıkılırdı. Bu günse yüzü sapsarıydı, suratı asıktı. Parmağını ağzına götürüp sus padişahım diyordu. Bu ne haldi?
Padişah, ne felaket var acaba diye vehimlendikçe vehimleniyordu, hayallendikçe hayalleniyordu. Harzemşah, pek zalimdi, pek kan dökücüydü. Padişahın gönlünde o yüzden zaten gam, gussa vardı. O taraflardaki birçok padişahları ya hileyle, ya kuvvetle öldürmüş, yok etmişti o inatçı.
Tirmiz padişahı da bundan vehimleniyordu zaten. Delkak’ın halinden vehim büsbütün arttı. Dedi ki: çabuk söyle, ne var? Kimden bu derece perişan oldun? Delkak cevap verdi: Köyde duydum ki padişah, her ana caddenin başında bir tellal bağırtmış. Üç günde Semerkant’a kadar gidecek adama hazineler bağışlatacağım demiş. Koşa, koşa aceleyle geldim ki ben de o kudret olmadığını söyleyeyim. Benden böyle çeviklik gelmez. Hiç olmazsa bunu benden umma.
Padişah hay canına lanet olsun dedi, şehre yüzlerce korku saldın. A ham herif, bu kadar şey için ota da ateş saldın, otlağa da. Şu davullu, bayraklı hamlar da, biz yokluk yurdundan haberciyiz diye bağırıp dururlar ya! Hepsi dünyaya bir şeyhlik lafıdır atmış, kendisini Beyazıd yerine koymuştur. Kendi kendine yola girmiş, kendi kendine ulaşmış; bir dava yurdunda meclis kurmuştur.
Kendi kendisine gelin güvey olan gibi. Kız tarafını hiç bundan haberi yokken güvey evi birbirine girer. İş yarıdan yarıya düzeldi, biz, bize gereken şartları yerine getirdik. Evleri süpürdük, bezedik. Bu hevesle adeta sarhoş olduk, bu işe hoş bir surette giriştik der. Fakat o taraftan bir haber geldi mi hayır. O damdan bir kuş uçup bu yana ulaştı mı? Hayır.
Bu birbiri üstüne ulanan elçilikler, bu gürültü patırtı üzerine o taraftan size bir cevap geldi mi? Ne gezer? Gelmedi ama sevgilimiz biliyor ya. Mutlaka gönülden gönle yol vardır derler. Peki ama umduğumuz sevgiliden niye mektubumuza cevap gelmedi, niye yol bomboş öyleyse?
Gizli aşikar yüzlerce nişane var, fakat yeter, bu kapının perdesini bundan fazla açma. Sen yine, zevzekliğinden kendi kendisini derde atan o ahmak Delkak’ın hikayesini söyle.
Vezir dedi ki: Ey doğruya bir direk, bir dayak olan padişahım! Şu aşağılık kul bir söz söyleyecek, onu lütfen dinle. Delkak, köyden bir iş için geldi. Bir şey söyleyecekti. Şimdi vazgeçti, pişman oldu. Yağdan, baldan bahsetmede, söyleyeceğini gizlemede, maskaralıkla bu işten kurtulmaya savaşmada. Kını gösteriyor, kılıcı gizliyor. Onu acımadan sıkıştırmak gerek. Fıstığı, yahut cevizi kırmadıkça ne içi meydana çıkar, ne ondan bir çıkarılır. Onun bu saçma sözlerini, bu maskaralığını dinleme de titreyişine, yüzünün rengine bak.
Tanrı, “Niyetleri yüzlerine görünüp durur” dedi. Çünkü yüz içteki sırrı söyler, açığa vurur. Bu görünen şey, duyulan sözün zıddıdır. Çünkü insan şerle yoğrulmuştur.
Delkak, feryat ve figan ederek, coşup köpürerek vezir dedi, bu yoksulun kanına girmeye kalkışma. Gönle nice şüpheler, vehimler gelir ki doğru ve yerinde değildir. “Şüphe yok ki şüphenin bazısı suçtur, günahtır.” Sitem, hele yoksula olursa hiç doğru değildir. padişah kendisini inciten kişiye bile kötülük etmezken nasıl olur da onu güldürene kötülük eder? Fakat vezirin sözü, padişahın gönlüne yer etmişti. “Delkak’ı zindana götürün, maskaralığına, rüyasına pek kapılmayın. Boş karnına davul gibi vurun da davul gibi nesi var, nesi yoksa bize haber versin.
Davul kuru olursa sesi başka türlü çıkar, yaş olursa başka türlü. İçinde bir şey olursa başka türlü bir ses verir, boş olursa başka türlü. Sesi ne halde olduğunu bildirir bize. Siz de onu dövün de zorundan içindekini söylesin, gönüllerimiz kabul edinceye kadar nesi var, nesi yoksa açığa vursun.
Parlak ve açık doğru söz, gönle rahatlık verir. Gönül, yalan sözle yatışmaz. Yalan, çerçöpe benzer, gönül de ağza. Çöp ağızda gizlenmez. Ağızda çöp oldu mu dil dolanır durur, nihayet onu ağızdan atar. Hele göze bir çöp girerse göz yaşarır, kapanıp açılmaya başlar. Biz, bu çöpü, ağzımıza, gözümüze girmeden ayağımızın altında ezelim” dedi.
Delkak padişahım yavaş ol dedi. Yavaşlık ve yarlıgama yüzünü pek yırtma. Beni azaba sokmak için neden bu kadar acele ediyorsun? Senin elindeyim, kuş değilim k, uçayım. Tanrı için verilen cezada acele etmek doğru değildir. fakat kendi kızgınlığından, kendi gelip geçici heva ve hevesinden verilen cezada acele edilir. Adam, kendini bir an önce razı etmeye bakar.
Kaza ve kadere razı olursa kızgınlığı yatışır. Öç almadan geçer, o zevkten mahrum kalır. Bundan korkar işte. Yalancı şehvet, yemeye atılır, onun lezzetini, zevkini kaybedivereceğinden korkar ki bu zaten derttir.
İştah varsa acele etmemek, yenen şeyin iyice sinmesi için ağır ağır yemek daha doğrudur. Sen, benim belamı defetmek, gördüğün gediği tıkamak istiyorsun. O gedikten bir felaket gelmesin diyorsun ama kaza ve kaderin o gedikten başka daha nice gedikleri, nice delikleri var.
Belayı def etmenin çaresi, sitem etmek değildir. buna çare ihsandır, aftır keremdir. Peygamber “sadaka belayı defeder” dedi. Ey yiğit hastalığını sadakayla tedavi et. Sadaka, yoksulu yakmak, hilim gözleyen gözü kör etmek değildir.
Padişah dedi ki: Hayır, yerinde yapılırsa iyidir. Yerinde bir hayırda bulunursan bu, doğru bir harekettir. Ruh, yerine şah sürmek işi harap etmektir. Şah yerine atı sürmek de bilgisizliktir. Şeriatta ihsan da var ceza da. Padişah, baş köşeye geçer; at ahıra bağlanır.
Adalet nedir? Bir şeyi layık olduğu yere koymak. Zulüm nedir? layık olmadığı yere koymak. Tanrının yarattığı bir şey abes değildir. Kızgınlık, hilim, öğüt, hile... hepsi doğrudur. Bunların hiç biri mutlak olarak hayır değildir. aynı zamanda mutlak olarak şer de değildir. her birinin yerinde faydası vardır, yerinde de zararı. Onun için bilgi vaciptir, faydalıdır.
Yoksula yapılan öyle cezalar vardır ki sevap bakımından ekmekten de yeğdir, helvadan da. Çünkü helva, vakitsiz yenirse safra yapar. Halbuki helva verilecek yerde ona bir sille vurulsa kötülükten kurtulur. Yoksula vaktinde bir sille vur da boynu vurulmaktan kurtulsun. vuRmak, hakikatte kötü huyadır. Kilim dövülmez, tozu dövülür. Meclis de var, zindan da. Her ikisi de lazım. Meclis ihlas sahibi olana, zindan ham kişiye.
Yarayı deşmek lazım. Deşeceğin yerde üstüne merhem korsan pisliği kökleştirmiş olursun. Yaranın altındaki eti yer. Yarı faydası olsa elli tane ziyanı olur. Delkak, beni bırak demiyorum dedi, işi ara, sor, tahkik et diyorum. Sabır yolunu kapama, acele etme. Sabret de birkaç gün düşün. Bu düşünce esnasında bir şeye iyice karar verirsin de kulağımı bilerek çekersin.
Neden yürüyüşte “Yüzü üstünde sürünme” sözü söylenir? Daima doğru yürümek gerekken yüzüstü sürünme neden? İyi kişilerle danış, görüş. Peygamber “İşlerini meşveretle yapar onlar” dedi, bunu böyle bil. İşleri meşveretle yapmak, şunun içindir: Meşveretten hata ve eğrilik, az meydana gelir.
Bu akıllar, aydın kandillere benzer. Elbette yirmi kandil bir kandilden daha ziyade aydınlık verir. Belki aralarına gökyüzünün nurundan yanmış bir kandil düşüverir.
Tanrı gayreti, ortaya bir perde salmıştır. Aşağılık ve yücelik alemine mensup olanları birbirine karıştırmış, karmıştır. “Yürüyün alemi gezin” demiştir. Sen de gez, dolaş da bahtını, rızkını sınaya dur. Meclislerde, peygamber de bulunan akıl gibi bir akıl ara. Çünkü peygamberden, miras kalan ancak odur. Bu akıl, gaypları önden de görür, arttan da.
Bu kısa kesilen kitapta anlatılmasına imkan bulunmayan gözü de gözler arasında ara. İşte o azametli peygamber, rahipliği, dağlara çekilip yalnızca ibadet etmeyi bunun için menetmiştir. İnsanlar birbirleri ile buluşsunlar diye bunu kaldırmıştır. Çünkü böyle bir göze sahip adamın bakışı bahttır, ebedilik iksiridir. Temiz kişiler arsından tertemiz biri vardır ki padişah, onun fermanının üstüne “Şah” çekmiştir.
Onun duası, icabet edilir. İnsanların, cinlerin en ulularının içinde bile ona eşit yoktur. Onunla inada girişen, ister tatlı olsun, ister ekşi; Tanrıya karşı hiçbir delili yoktur. Çünkü biz onu yücelttik... Özrü, delili ortadan kaldırdık.
Tanrı kıbleyi ortaya apaçık bir surette çıkardı mı bil ki artık kıble aramak abestir. Kendine gel, araştırmadan yüz çevir, başını döndürüp durma artık. Döneceğin yer ve konaklayacağın mekan, meydanda işte. Bu kıbleden bir an gafil oldun mu her batıl kıblenin maskarası oldun gitti. Sana temyiz verene hamd etmezsen kıbleyi tanıma kabiliyetini kaybedersin.
Bu ambardan bir şey elde etmek, bir ihsana uğramak niyetindeysen seninle hemdert olanlardan bir an bile ayrılma. Çünkü bu yardımcıdan ayrıldığın an kötü bir arkadaşın derdine uğrarsın.
Yorumlar