hikaye71
BİLGİNİN İKİ KANADI VARDIR ŞÜPHENİN İSE TEK
Bilginin iki kanadı vardır, şüpheninse tek. Zan noksandır, uçmaz. Tek kanatlı kuş, çabucak baş aşağı düşer. Sonra uçmaya savaşır ama ya iki adımlık bir yer aşabilir, ya birazcık daha fazla. Şüphe kuşu düşe kalka ümit yuvasına tek kanatla uçmaya savaşır. Fakat şüpheden kurtuldu da bilgi sahibi oldu mu o tek kanatlı kuş,iki kanatlı kesilir. Kanatlarını açar.
Ondan sonra yüzüstü, eğri büğrü değil, doğru yolda güzelce uçur gider. Cebrail gibi iki kanatlı şüphesiz, hilesiz, kıylı kalsiz uçar. Bütün alem, ona “ Sen Tanrı yolundasın, dinin doğru” dese. O onların lafına güvenmez, o sözlerden gururlanmaz, onun tek canı, onlara çift olmaz.
Yahut herkes “ Sen yol azıtmışsın, kendini dağ sanıyorsun ama bir saman çöpüsün sen” dese, bir zerre bile hayale düşmez, azıcık olsun kınayanların kınamasından elem duymaz.
Bir mektebin talebesi, hocalarından bıkmışlar, çalışıp çabalamadan usanmışlardı. Ne yapıp yaparak bir iş becermek, bu suretle de muallimi derde düşürmek için birbirleriyle görüşüp danıştılar. “ Hoca hiç hastalanmıyor ki birkaç günceğiz olsun mektebe gelmesin de rahat kalalım.
Bir hapisten bu darlıktan, bu çalışıp çabalamadan kurtulalım. Mermer kaya gibi yerinde durup duruyor” dediler. İçlerinden birisi, en zekileriydi. Bir tedbir düşündü. “ Hocam, nasılsın, neden böyle benzin sararmış? Hayır ola, rengin kaçmış senin bu ya hava çarpmasından, ya sıtmadan derim.
Hoca, elbette bu sözden biraz olsun vehme düşer. Sen de bu çeşit sözlerle bana yardım edersin kardeşim. Mektebin kapısından içeri girer girmez, “ Hayır ola hocam, bu halin ne” dedi. Vehmi biraz daha artar, akıllı adam bile vehimle delirir gider. Üçüncü, dördüncü, beşinci sözler, acıklanırlar.
Otuz çocuk da hep bu sözü söylerse adamı iyice vehim kaplar, iş olur biter” dedi. Çocukların hepside “ Aferin zeki çocuk, bahtın daima yaver olsun, Tanrı sana yardım etsin” dediler. Birleşip hiç birisinin bu kavilden, bu karardan dönmeyeceklerine ait kuvvetlice ahdettiler. Sonra o zeki çocuk, içlerinden kimsenin bunu söylememesi için hepsine yemin ettirdi.
O çocuğun bu tedbiri, hepsinin tedbirinden üstün olmuştu, onun aklı, bütün çocukların aklından ileriydi. Güzellerin bazıları, nasıl bazılarından üstün, bir kısmı da öbürlerinden aşağıysa insanların akılları da fazla, yahut eksiktir. Ahmed, “ Erlerin güzelliği, dillerinin altında gizlidir” mealinde bir söz söyledi.
Akıllardaki aykırılık, yaratılıştadır. Bu hususta Sünnilerin sözünü dilemek, onların hükmünü kabul etmek gerek. Bu hüküm itizal ehlinin sözlerine aykırıdır. Onlar, “ Akıllar yaratılışta aynı derecededir. Tecrübe ve öğreniş, aklı çoğaltır, azaltır, bu suretle bir adam, öbüründen daha bilgili olur” derler.
Bu söz batıldır. O zeki çocuk, herhangi ir meslekte tecrübe sahibi değildi ya. Fakat o küçük çocuk, öyle bir tedbirde bulundu ki yüzlerce tecrübe sahibi ihtiyar, o tedbirinin kokusunu bile alamadı. Zaten yaradılışta olan üstünlük, çalışıp çabalama, düşünüp taşınma ile elde edilen üstünlükten elbette iyidir. Sen söyle, tanrı vergisi mi daha iyi, yoksa topal eşeğin rahvan atı taklidi mi?
Ertesi gün oldu. Çocuklar, bu düşünceyle mektebe geldiler. Hepsi de dışarıda bu fikri ortaya atan zeki çocuğu bekliyorlardı. Çünkü bu tedbirin kaynağı oydu. Baş, daima ayağın reisidir. Ayağı çekip götüren baştır. A mukallit, gök nurunun bir kaynağı olan kişiden üstün olmayı isteme.
Çocuk geldi, hocaya, selam verip hocam, hayır ola, benzin sararmış” dedi. Hoca “Hasta filan değilim, saçmalama geç yerine otur” dedi. Dedi ama hatırına da bir vehim tozudur kondu, az bile olsa gönlüne bir endişedir düştü. Derken öbür çocuk içeri girdi. O da öyle söyleyince o vehim arttı. Böyle, böyle arttıkça arttı. Haline şaştı kaldı, hasta olduğuna hükmetti.
Kadın, erkek, çoluk, çocuk halkın secde etmesi de Firavunun gönlüne tesir etti, hastalandı. Herkes ona Allahsın, padişahsın dedikçe vehimlendi, bu vehimleşti öyle bir dereceye geldi ki, Tanrılık, davasında yiğitleşti, ejderha kesildi, doymak nedir bilmez oldu! Aklı cüzinin afeti vehimdir, zandır.
Çünkü onun vatanı karanlıklar diyarındadır. Yerde yarım arşın enlikte bir yol olsa insan, hiç vehimlenmeden rahatça yürür. Fakat yüksek bir duvarın üstünde gitsen yolun genişliği iki arşın olsa yine eğri büğrü gidersin. Hatta gönlüne düşen vehim yüzünden belki de düşersin. Vehimden gelen korkuya iyice dikkat et de vehimin kötülüğünü anla.
Hoca vehimden korkudan hastalandı. Yerinden sıçrayıp kalktı, kilimini başına örttü. “ Zaten sevgisi az, ben u halde, olduğum halde halimi sormadı bile. Renginin solukluğunu, benzimin uçukluğunu haber bile vermedi. Bana kastediyor., benden kurtulmaya yol arıyor.
Kendi güzelliğinden kendi cilvesinden kendisi sarhoş olmuş. Benimse haberim bile yok. Halbuki leğenim, damdan düşmüş, rüsvay olmuş gitmişim” diye karısına kızgın bir halde, evine gelip kapıyı şiddetle açtı. Çocuklarda hocanın ardından geliyordu. Karısı : “Hayır ola, erken geldin. Allah esirgesin, başına kötü bir şey gelmesin de” dedi.
Hoca dedi ki. “ Kör müsün sen? Bir benzime, bir halime baksana Yabancıların bile derdimle dertleniyor, feryada geliyor. Sen evimin içinde olduğun halde bana düşmanlığından, bana karşı münafıklıkta bulunduğundan yanıp yakıldığımı, görmüyorsun bile”
Kadın, “ A hocam, senin bir şeyin yok. Bu endişen manasız ve saçma bir vehimden ibaret” dediyse de, “ A kahpe inat mı ediyorsun? Halimde ki kırgınlığı, tir, titrediğimi görmüyor musun? Körsen benim ne cürmüm var? ben kendi derdime düştüm, bu gussadan perişan bir haldeyim zaten” dedi. Kadın “ Hocam, ayna getireyim de bak. Benim bir suçum var mı?
Yalan söylüyor muyum, anla” dediyse de hoca, “ Git, aynan da batsın, sen de bat. Zaten daima buna buğzetmede, daima bana kin gütmede, benimle inat edip durmadasın sen. Yatağı yay, yorganı getir ben yatayım hele başım ağırlaştı” dedi. Kadın biraz duraklayınca “ Hadi behey düşman senin layığın bu laf, durmasana” diye bağırmaya başladı.
Kocakarı, yatak yorgan getirip döşedi. “ İçi vehim ateşiyle dolu, imkan yok. Bir şey söylesem beni itham edecek. Fakat söylemesem de bu hastalık sahiden hastalık haline gelecek. Kötüye yorma, vehimlenme, insanı hiçbir hastalığı yokken hasta eder. Kabul edilmesi farz olan Peygamber hadisidir bu: hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz sahiden hastalanırsınız.
Hasta değilim desem, bu karı yalnız kalmayı istiyor, yapacağı bir iş var. beni evden atacak sonra da ne kötülükte bulunacaksa bulunacak diyebilir” dedi. Hoca yorganını çekip uzandı, ahlayıp puflamaya, inim, inim inlemeye başladılar. “ Bunca işler işledik, bunca düzenler düzdük; yine de zindandayız. Kurduğumuz yapı, kötü yapıymış, biz de kötü kurucular!” diyorlardı.
O zeki çocuk, “ Arkadaşlar, dersinizi bağıra, çağıra okuyun” dedi. Hepsi birden bağıra, , bağıra okumaya başlayınca dedi ki. “ Çocuklar, bizim bağırmamız hocaya fena gelir. Bu gürültü hocanın baş ağrısını fazlalaştırır. Bu dert, bir kuruşa değer mi? Hoca doğru söylüyor, başımın ağrısı fazlalaştı. Hadi gidin!” dedi.
Çocuklar, yeri öpüp “ Kerem sahibi, hastalık, senden uzak olsun” dediler. Mektepten fırlayıp tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koşuştular. Anneleri kızarak “Bu gün mektep var. sizse oyuna dalmışsınız” dedi. Özür getirip dediler ki: “ Dur hele anne, suç bizim değil, bizim kabahatimiz yok. Nasılsa hocamız hastalandı, perişan bir hale geldi”
Anneleri dedi ki. “Hile , düzen. Siz bir ayran için yüz yalan söylersiniz. Hele sabah olsun, hocanıza gideyim de bu hilenin aslını öğreneyim” çocuklar, “ Peki, git de doğru mu söylüyoruz, yalan mı, anla” dediler.
Sabah olunca anneleri, hocayı dolaşmaya gittiler. Bir de baktılar ki hoca, ağır bir hastalığa tutulmuş, yatmakta. Fazla örtündüğü, başını bağladığı, yüzünü kapattığı için kan-tere batmış. Hafif, hafif ah etmekte. Hepsi La havle demeye başladılar. “ Hayrola hocam, bu baş ağrısı ne? Allah sağlık versin, vallahi hiç haberimiz yok” dediler.
Hoca” Benim de haberim yoktu. Bu kahpe oğulları haber verdiler işte, ben çalışıp çabalıyor, kıylı kaalle meşgul bulunuyordum, haberim bile yoktu. Meğerse içimde dehşetli bir hastalık varmış” dedi. İnsan bir işe ciddiyetle koyuldu mu hastalığını göremez, körleşir.
Mısır kadınları da Yusuf’un güzelliğine daldılar, haberleri bile olmadı da, ellerini paramparça ettiler. Hayrete düşen ruh, ne önü görür, ne ardı! Nice babayiğit erler vardır ki savaşta elleri, ayakları kesilir de, yine savaştan el çekmez, kendini sağlam sanırlar. Fakat sonradan görür ki el kesilmiş, bir hayli de kan akmış da haberi bile yok!
Bil ki bu ten, elbiseye benzer, yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma. Ruha Tanrıyı tevhit etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak var. rüyada el ayak görür, bir şey alır bir yere gider, birisiyle görüşür, konuşursun ya onu hakikat bil saçma zannetme. Sen bedensiz bir bedene sahipsin, gayri canının cisminden çıkacağından korkma.
Bilginin iki kanadı vardır, şüpheninse tek. Zan noksandır, uçmaz. Tek kanatlı kuş, çabucak baş aşağı düşer. Sonra uçmaya savaşır ama ya iki adımlık bir yer aşabilir, ya birazcık daha fazla. Şüphe kuşu düşe kalka ümit yuvasına tek kanatla uçmaya savaşır. Fakat şüpheden kurtuldu da bilgi sahibi oldu mu o tek kanatlı kuş,iki kanatlı kesilir. Kanatlarını açar.
Ondan sonra yüzüstü, eğri büğrü değil, doğru yolda güzelce uçur gider. Cebrail gibi iki kanatlı şüphesiz, hilesiz, kıylı kalsiz uçar. Bütün alem, ona “ Sen Tanrı yolundasın, dinin doğru” dese. O onların lafına güvenmez, o sözlerden gururlanmaz, onun tek canı, onlara çift olmaz.
Yahut herkes “ Sen yol azıtmışsın, kendini dağ sanıyorsun ama bir saman çöpüsün sen” dese, bir zerre bile hayale düşmez, azıcık olsun kınayanların kınamasından elem duymaz.
Bir mektebin talebesi, hocalarından bıkmışlar, çalışıp çabalamadan usanmışlardı. Ne yapıp yaparak bir iş becermek, bu suretle de muallimi derde düşürmek için birbirleriyle görüşüp danıştılar. “ Hoca hiç hastalanmıyor ki birkaç günceğiz olsun mektebe gelmesin de rahat kalalım.
Bir hapisten bu darlıktan, bu çalışıp çabalamadan kurtulalım. Mermer kaya gibi yerinde durup duruyor” dediler. İçlerinden birisi, en zekileriydi. Bir tedbir düşündü. “ Hocam, nasılsın, neden böyle benzin sararmış? Hayır ola, rengin kaçmış senin bu ya hava çarpmasından, ya sıtmadan derim.
Hoca, elbette bu sözden biraz olsun vehme düşer. Sen de bu çeşit sözlerle bana yardım edersin kardeşim. Mektebin kapısından içeri girer girmez, “ Hayır ola hocam, bu halin ne” dedi. Vehmi biraz daha artar, akıllı adam bile vehimle delirir gider. Üçüncü, dördüncü, beşinci sözler, acıklanırlar.
Otuz çocuk da hep bu sözü söylerse adamı iyice vehim kaplar, iş olur biter” dedi. Çocukların hepside “ Aferin zeki çocuk, bahtın daima yaver olsun, Tanrı sana yardım etsin” dediler. Birleşip hiç birisinin bu kavilden, bu karardan dönmeyeceklerine ait kuvvetlice ahdettiler. Sonra o zeki çocuk, içlerinden kimsenin bunu söylememesi için hepsine yemin ettirdi.
O çocuğun bu tedbiri, hepsinin tedbirinden üstün olmuştu, onun aklı, bütün çocukların aklından ileriydi. Güzellerin bazıları, nasıl bazılarından üstün, bir kısmı da öbürlerinden aşağıysa insanların akılları da fazla, yahut eksiktir. Ahmed, “ Erlerin güzelliği, dillerinin altında gizlidir” mealinde bir söz söyledi.
Akıllardaki aykırılık, yaratılıştadır. Bu hususta Sünnilerin sözünü dilemek, onların hükmünü kabul etmek gerek. Bu hüküm itizal ehlinin sözlerine aykırıdır. Onlar, “ Akıllar yaratılışta aynı derecededir. Tecrübe ve öğreniş, aklı çoğaltır, azaltır, bu suretle bir adam, öbüründen daha bilgili olur” derler.
Bu söz batıldır. O zeki çocuk, herhangi ir meslekte tecrübe sahibi değildi ya. Fakat o küçük çocuk, öyle bir tedbirde bulundu ki yüzlerce tecrübe sahibi ihtiyar, o tedbirinin kokusunu bile alamadı. Zaten yaradılışta olan üstünlük, çalışıp çabalama, düşünüp taşınma ile elde edilen üstünlükten elbette iyidir. Sen söyle, tanrı vergisi mi daha iyi, yoksa topal eşeğin rahvan atı taklidi mi?
Ertesi gün oldu. Çocuklar, bu düşünceyle mektebe geldiler. Hepsi de dışarıda bu fikri ortaya atan zeki çocuğu bekliyorlardı. Çünkü bu tedbirin kaynağı oydu. Baş, daima ayağın reisidir. Ayağı çekip götüren baştır. A mukallit, gök nurunun bir kaynağı olan kişiden üstün olmayı isteme.
Çocuk geldi, hocaya, selam verip hocam, hayır ola, benzin sararmış” dedi. Hoca “Hasta filan değilim, saçmalama geç yerine otur” dedi. Dedi ama hatırına da bir vehim tozudur kondu, az bile olsa gönlüne bir endişedir düştü. Derken öbür çocuk içeri girdi. O da öyle söyleyince o vehim arttı. Böyle, böyle arttıkça arttı. Haline şaştı kaldı, hasta olduğuna hükmetti.
Kadın, erkek, çoluk, çocuk halkın secde etmesi de Firavunun gönlüne tesir etti, hastalandı. Herkes ona Allahsın, padişahsın dedikçe vehimlendi, bu vehimleşti öyle bir dereceye geldi ki, Tanrılık, davasında yiğitleşti, ejderha kesildi, doymak nedir bilmez oldu! Aklı cüzinin afeti vehimdir, zandır.
Çünkü onun vatanı karanlıklar diyarındadır. Yerde yarım arşın enlikte bir yol olsa insan, hiç vehimlenmeden rahatça yürür. Fakat yüksek bir duvarın üstünde gitsen yolun genişliği iki arşın olsa yine eğri büğrü gidersin. Hatta gönlüne düşen vehim yüzünden belki de düşersin. Vehimden gelen korkuya iyice dikkat et de vehimin kötülüğünü anla.
Hoca vehimden korkudan hastalandı. Yerinden sıçrayıp kalktı, kilimini başına örttü. “ Zaten sevgisi az, ben u halde, olduğum halde halimi sormadı bile. Renginin solukluğunu, benzimin uçukluğunu haber bile vermedi. Bana kastediyor., benden kurtulmaya yol arıyor.
Kendi güzelliğinden kendi cilvesinden kendisi sarhoş olmuş. Benimse haberim bile yok. Halbuki leğenim, damdan düşmüş, rüsvay olmuş gitmişim” diye karısına kızgın bir halde, evine gelip kapıyı şiddetle açtı. Çocuklarda hocanın ardından geliyordu. Karısı : “Hayır ola, erken geldin. Allah esirgesin, başına kötü bir şey gelmesin de” dedi.
Hoca dedi ki. “ Kör müsün sen? Bir benzime, bir halime baksana Yabancıların bile derdimle dertleniyor, feryada geliyor. Sen evimin içinde olduğun halde bana düşmanlığından, bana karşı münafıklıkta bulunduğundan yanıp yakıldığımı, görmüyorsun bile”
Kadın, “ A hocam, senin bir şeyin yok. Bu endişen manasız ve saçma bir vehimden ibaret” dediyse de, “ A kahpe inat mı ediyorsun? Halimde ki kırgınlığı, tir, titrediğimi görmüyor musun? Körsen benim ne cürmüm var? ben kendi derdime düştüm, bu gussadan perişan bir haldeyim zaten” dedi. Kadın “ Hocam, ayna getireyim de bak. Benim bir suçum var mı?
Yalan söylüyor muyum, anla” dediyse de hoca, “ Git, aynan da batsın, sen de bat. Zaten daima buna buğzetmede, daima bana kin gütmede, benimle inat edip durmadasın sen. Yatağı yay, yorganı getir ben yatayım hele başım ağırlaştı” dedi. Kadın biraz duraklayınca “ Hadi behey düşman senin layığın bu laf, durmasana” diye bağırmaya başladı.
Kocakarı, yatak yorgan getirip döşedi. “ İçi vehim ateşiyle dolu, imkan yok. Bir şey söylesem beni itham edecek. Fakat söylemesem de bu hastalık sahiden hastalık haline gelecek. Kötüye yorma, vehimlenme, insanı hiçbir hastalığı yokken hasta eder. Kabul edilmesi farz olan Peygamber hadisidir bu: hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz sahiden hastalanırsınız.
Hasta değilim desem, bu karı yalnız kalmayı istiyor, yapacağı bir iş var. beni evden atacak sonra da ne kötülükte bulunacaksa bulunacak diyebilir” dedi. Hoca yorganını çekip uzandı, ahlayıp puflamaya, inim, inim inlemeye başladılar. “ Bunca işler işledik, bunca düzenler düzdük; yine de zindandayız. Kurduğumuz yapı, kötü yapıymış, biz de kötü kurucular!” diyorlardı.
O zeki çocuk, “ Arkadaşlar, dersinizi bağıra, çağıra okuyun” dedi. Hepsi birden bağıra, , bağıra okumaya başlayınca dedi ki. “ Çocuklar, bizim bağırmamız hocaya fena gelir. Bu gürültü hocanın baş ağrısını fazlalaştırır. Bu dert, bir kuruşa değer mi? Hoca doğru söylüyor, başımın ağrısı fazlalaştı. Hadi gidin!” dedi.
Çocuklar, yeri öpüp “ Kerem sahibi, hastalık, senden uzak olsun” dediler. Mektepten fırlayıp tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koşuştular. Anneleri kızarak “Bu gün mektep var. sizse oyuna dalmışsınız” dedi. Özür getirip dediler ki: “ Dur hele anne, suç bizim değil, bizim kabahatimiz yok. Nasılsa hocamız hastalandı, perişan bir hale geldi”
Anneleri dedi ki. “Hile , düzen. Siz bir ayran için yüz yalan söylersiniz. Hele sabah olsun, hocanıza gideyim de bu hilenin aslını öğreneyim” çocuklar, “ Peki, git de doğru mu söylüyoruz, yalan mı, anla” dediler.
Sabah olunca anneleri, hocayı dolaşmaya gittiler. Bir de baktılar ki hoca, ağır bir hastalığa tutulmuş, yatmakta. Fazla örtündüğü, başını bağladığı, yüzünü kapattığı için kan-tere batmış. Hafif, hafif ah etmekte. Hepsi La havle demeye başladılar. “ Hayrola hocam, bu baş ağrısı ne? Allah sağlık versin, vallahi hiç haberimiz yok” dediler.
Hoca” Benim de haberim yoktu. Bu kahpe oğulları haber verdiler işte, ben çalışıp çabalıyor, kıylı kaalle meşgul bulunuyordum, haberim bile yoktu. Meğerse içimde dehşetli bir hastalık varmış” dedi. İnsan bir işe ciddiyetle koyuldu mu hastalığını göremez, körleşir.
Mısır kadınları da Yusuf’un güzelliğine daldılar, haberleri bile olmadı da, ellerini paramparça ettiler. Hayrete düşen ruh, ne önü görür, ne ardı! Nice babayiğit erler vardır ki savaşta elleri, ayakları kesilir de, yine savaştan el çekmez, kendini sağlam sanırlar. Fakat sonradan görür ki el kesilmiş, bir hayli de kan akmış da haberi bile yok!
Bil ki bu ten, elbiseye benzer, yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma. Ruha Tanrıyı tevhit etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak var. rüyada el ayak görür, bir şey alır bir yere gider, birisiyle görüşür, konuşursun ya onu hakikat bil saçma zannetme. Sen bedensiz bir bedene sahipsin, gayri canının cisminden çıkacağından korkma.
Yorumlar